Pek çoğumuzun çeşitli vesilelerle kullanmış olduğu, genellikle de siyasetçilerin, ve bir problemin üstesinden gelmeye çalışanların dillerinden pek düşürmediği bir deyiş vardır “elini taşın altına koymak” diye.
Nerden geliyor bu “elini taşın altına koymak” ya da “taşın altına elini koymak” deyişi, hiç merak ettiniz mi?
Gelin bu “taşın altına elini koyma” hikâyesini Nurullah Genç’in anlatımından iktibas ederek aktaralım:
“Sultan, yolun ortasına büyükçe bir taş koyar.
Sonra da gider ve penceresinden seyretmeye başlar.
‘‘Bakalım bu taşı gören insanlar ne yapacak’’ der.
Bir süre sonra Vezir ordan geçerken yoldaki büyükçe taşı görür.
Aklına taşı yoldan kaldırmanın bir sadaka ve tedbir olduğu gelmez bile.
Taşın etrafında dolaşır ve şöyle düşünür:
“Sultanımla konuşayım ve yolun ortasından bu taşı kaldırması için bir adam bulalım.
Bu adamı bulmak için de bir kadro ihdas edelim (oluşturalım, açalım).
Vezir bu düşüncelerle ordan gider.
Biraz sonra Asker gelir.
Asker de taşın etrafında dolaşır, bakar ve düşünür.
Ancak onun da aklına gelmez taşı ordan kaldırmak, ve der ki:
‘‘Vezir ile bir konuşayım ve bu şekilde yolun ortasına taş bırakanlara hangi cezayı vereceğiz onu kararlaştıralım”.
Vezir kadrodan anlarken asker de cezadan anlıyordu.
Onun hüneri de bu.
Belinde kılıcı da var.
Çekti mi kılıcı işlem tamam.
Uzatmayalım, asker de bu düşüncelerle çeker ve gider oradan.
Daha sonra da o gelir, bu gider,
Sultan da olup bitenleri seyretmeye devam eder.
Daha sonra Menfaatperest gelir oraya.
Saray Dalkavuğu yani,
Ya da tabiri caizse, Saray Maskarası.
Bir yerde anlatıyorum, birisi dedi ki:
‘‘Sarayda Dalkavuğun ne işi var?’’
Eleştirecek ya…
“Başka dalkavuk olmasın” diye cevapladım.
Dedim ki:
“Padişahlar öyle akıllı adamlar ki, Sarayda Dalkavuk tutarlar.
Bir başkası Dalkavukluk edince de;
“Dur, o senin işin değil burada benim dalkavuğum var” derler.
Saray Dalkavukluğunun kadrosu bundan vardır.
Çünkü adam zaten maskara, işi o.
Maskaralık yapar, Dalkavukluk yapar,
Hatta şiir yazanları dahi vardır.
Saray Şairi diye geçinirler.
Oradan buradan alıntılarla şiir yazmaya çalışırlar.
Neyse, uzatmayalım,
Menfaatperest Saray Dalkavuğu da gelir ve taşın etrafında “takla ata ata” bir tur atar.
Hep öyle olur zaten.
Dalkavuklar, Menfaatperestler ve İkiyüzlüler,
Sürekli sorunların etrafında taklalar atarlar.
Asla yanlışları düzeltmezler.
Düzelmesi için de hiç bir şey yapmazlar.
Böylece sorunlar hep çözümsüz kalır.
O sorunları çoğaltanları da överler.
Hatta onlara “efendimiz” gözüyle de bakarlar.
Velhasıl, taşın etrafında turlayan Dalkavuk da,
Zaten oturup yolun ortasındaki taşa bir şiir yazar,
Ve ‘‘Sultanıma okuyayım’’ diyerek kalkıp oradan gider.
En sonunda bir köylü yurttaş geçer oradan.
Bakar ki yolun ortasında büyükçe bir taş duruyor.
Köylü yurttaş yolun ortasındaki taşı kaldırmak sadakadır diye düşünür.
Çünkü öyle öğrenmiştir.
Taşa bir tebessümle bakar ve sonra der ki:
‘‘Kaldırayım şunu ortadan da kimsenin ayağına, hayvanına, arabasına takılmasın.”
Köylü yurttaş, taşıdığı eşya sepetini ve küfeyi koyar bir kenara,
‘‘Ya Allah Bismillah!’’ diyerek,
Taşa sarılır, ellerini taşın altına sokarak taşı itekler, sağa-sola, sağa-sola derken,
Taşı kah sürükleyerek, kah kaldırarak koyar yolun kenarına.
Sonra, bir bakar ki taşın altında bir kese.
Keseyi açar, içinde altınlar var.
Şaşırır.
Keseden altınlarla birlikte de bir not bulur.
Sultan notta şunları yazmıştır:
‘‘Bu kesedeki altınlar, taşın altına elini sokmayı becerebilenler içindir’’
Taşın altına elini sokmazsa bir insan, başarılı olamaz, mümkün değildir.
Maalesef bu ülke taşlarla dolu,
Bir hayale gitmek için de, başarılı olmak isteyen kişi çalışarak taşın altına eline sokacak, sokmazsa olmaz.’’