Uzun yıllardır ismini duyup da gitmek ve incelemek bir türlü nasip olmayan Cin Değirmeni’nine gittim. Aslında amacım cin falan var mı ona bakmak değildi. Malum dünya üzerinde çok tüketilen tahıllardan biri de mısırdır. Biz de toplum olarak özellikle Karadenizliler olarak ekmeğini tüketmeyi severiz.
Mısır ekmeği hele o mısır su değirmeninde öğütülmüşse artı lezzet demektir. Sabır da katılır çünkü işin içine. Sanayileşme ile birlikte haz ve hız dengesi bozuldu. Elektrikli değirmene gittiğinizde çok hızlı bir un üretim söz konusu olur. Su değirmeninde süre ve süreç uzundur. Beklemek gerekir.
Her şey kontrol edilmelidir. Taşın dönmesi, mısırların düşüşüşü, elde edilmeye başlanılan unun incelik ve kalınlığı. Dedik ya emek gerekiyor. Sabır gerekiyor. Emek demek ekmek demek çünkü.
Yaklaşık üç asırlık bir değirmen olduğu söyleniyor. Defalarca sele maruz kalmış, tahrip olmuş bu değirmen. Ama hep sahip çıkanı olmuş. Sanayileşme ve iklimsel değişiklikler etkilese de hayat mücadelesi veren bu değirmenleri seviyoruz ve yanındayız.
Neden “Cin Değirmeni” demişler adına bilmiyorum. Öğrenirsek yazarız. Ama derenin içinde olması, büyük bir kaya tümseğinin altında ve ağaçlarla dolu etrafındaki yoğunluklar ismin verilemesinde etkili olsa gerek. Ayrıca geçmişte insanların sırtlarında yük taşıyarak ve geceden yola çıkarak buraya gelmeleri ve gecenin ürpertici durumu isme etki etmiş olabilir.
Ne olursa olsun bu değirmenler bir değerdir, ve korunmalıdır. Hem vatandaşlar olarak bizler hem de mülki amirlerin sorumluluğu vardır.