Sadaka Taşı

Nice güzel örnekler duruyor tarihin zaman aralıklarında. Köşelerde, kenarda öylesine bekleyip duruyor. Farkında olacak göz, onu anlayacak bir zihin bekliyor…

 Sadaka, sözlükte sıdk(doğruluk) kökünden gelir. Allah’a karşı kulluğunda sıdk, sadakat manası taşır. Konunun dini olarak önemi ayetlerden ve peygamberimizin hadislerinden anlaşılmaktadır. Bununla ilgili olarak genelde ayetlerde geçen sadaka kelimesi daha çok zekat anlamında kullanılmıştır. Burada ayetler üzerinde durmayacağız. Bizim bildiğimiz ve kullandığımız anlamda sadaka kelimesi ve içeriğini hadislerden anlamak mümkün. Mesela bununla ilgili olarak Hz. Peygamber efendimiz hadislerinden birkaçına göz atalım:

“Başkalarına fenalık yapmaktan korun. Zira bu kendine(nefsine) yaptığın bir sadakadır.”

“Her maruf(iyi kabul edilen şey) sadakadır”

“ İki kişi arasında adaletli davranman sadakadır”

“ Bir kimse hayvana binerken veya yükünü koymasına yardım etmen sadakadır”

“ Güzel bir söz de sadakadır”

“ Yolda eza veren (engel olan) bir şeyi kaldırman sadakadır”

“ İyiliği emredip kötülükten sakındırma da sadakadır”

“ En faziletli (en üstün ) sadaka müslümanın ilim öğrenmesi ve kardeşine öğretmesidir”

Evet çok söze gerek yok. En basitinden en karmaşık davranışa kadar, hatta bazen kendimiz için yaptığımız iyi bir şey bile sadaka olarak kabul edilmektedir.

 Sadaka karşılıksız vermenin diğer adı.  Bana  verenin vermemi istediği şeydir. Karşılık beklemeden vermek, korkmadan vermek, yüksünmeden vermek, isteyerek vermektir. Bana verenin rızası için, o istediği için vermektir. Onun istediği şekilde vermektir. İşte bu nedenle vermek başlı başına bir iştir sadakada. Verebilmek ayrı bir değerdir bence. Verirken düşünmemek, verince düşünmemektir aslında.

         Bu nedenle vermek çok erdemli bir davranıştır insan için. Karşılıksız vermek ise çok daha üstün bir ahlak göstergesidir. Bu yüzden Sevgili Peygamberimiz (SAV), “Veren el, alan elden üstündür” diye bizi öğütlüyor. Vermek üstün olmamızı sağlıyor. Verebilmek ve bunu başarmak bu üstünlüğün sebebi. Kendimize karşı da bir üstünlük bu. Nefsimizin zorlanmasına rağmen bunu başarmak işte bu üstünlüğün adı.

Bu nedenle isteyerek, irademizi ortaya koyarak vermek; verirken de o tehlikeli duruma yani riyaya düşmemek gerekiyor. “Sağ elin verdiğini sol elin bilmeden vermek” gerekiyor. Gizliden gizliye ve gizleyerek vermek gerekiyor. Ah! Şu atalarımız ne büyük insanlarmış. Hayran kalıyorum onların o hassasiyet göstergesi davranışlarına. O ince ruhlarına hayran kalıyorum ve şaşıyorum kendi halimize. Nerden nereye diyorum. Hangi medeniyetten hangi insanlığa geçmişiz diyorum. İşte sadaka verirken gizlilikteki o incelik ve o ileri örnek düşünce ve uygulama. Adı: Sadaka Taşı.

Belki daha önce duymadık adını sadaka taşlarının. Bu nedenle onları belki hiç de tanımadık. Ya da bildiğimiz halde unuttuk onları. Yapayalnız bıraktık onları. Ya da sahip çıkmadık onlara. Belki de görmezden geldik bu gerçek miraslarımıza… Ne dersiniz onları tanıyalım mı. İşte onları bize yıllar önce yazdığı makalesiyle Prof. Dr. Süheyl Ünver tanıtıyor:

Sadaka taşı, iki metre boyunda mermer bir sütun. Üstünde bir çukur var. Geçen asırda, yolu buraya düşenlerden hal ve vakti yerinde olanlar, mermerin üstündeki çukura birer miktar para bırakırmış. Derdini kimseye açamayan hakiki bir fakir ihtiyacı olunca oradaki parayı alır. O günkü ihtiyacı bir kuruş mu? Yüz para mı? Onu ayırır, kalanını, kendisi gibi ihtiyacı olanları düşünme terbiyesi icabı çukuruna kor ve meçhul sadakacıya içinin memnunluğunu kalbinden ulaştırır ve dönermiş…. Düşünüyorum: Biz ne necib, ne yüksek duygulu bir milletmişiz. Şu sosyal adalet ile tarihte, para ve aynî yardımlar, yemek de dağıtan imaretler yanında hakiki fakirlere böylece hizmet edildiğini gözlerim yaşararak hatırlarım.

Bu gibi hususî ve umumî vakıflarımızdan başka, halkımızın orta hallilerinin ve hatta fakirlerinin, kendilerinden daha çok fakirlerine muavenet ellerini uzatmaları hizmetlerini, [yazılı] tarihlerimize intikal ettirmediğimiz için, dünyamızın dört bucağına duyurmamışız

(…) İşte bugün ihyasına imkân olmayan bir eski içtimaî âdetimizi ibretle değerlendirip kendimize yeni bir düzen vermeliyiz.

 Evet ibadetlerde gizlilik esastır bu doğru. Maun Suresi’nde namazı gösterişe dökenlere yazıklar olsun der yüce yaratıcı. Neden? Çünkü insana düşen yaptığıyla övünmemek ve gösteriş içinde olmamaktır. Bu yüzden baktığımız zaman sadaka taşları bir abide olmuş geçmişte. İhtiyacı olanlar için bırakılmış sadakalar. İhtiyacı olanlar ihtiyacı kadar alır ve başkaları için kalanını bırakırmış olduğu gibi… Kim bilir ne tür hikayelere şahitlik yapmıştır bu ahlak abideleri. Burada bir teorinin( fikrin, düşüncenin, önerinin) somutlaşmış halini görüyoruz sadaka taşlarında. Gizliliğin de gizliliği sağlanmış sadaka ibadeti için. Bir dile gelseler de konuşsalar. Bize o örnek dolu hayatları, vermenin gücünü, güzelliğini, üstünlüğünü ve paylaşabilmenin mutluluğunu anlatabilseler.

Ne haldeyiz soralım kendimize.

Kazancımızın kaynağı nereden geliyor?

Kazandıklarımız nereye akıyor?

Ne kadarını tam istediğimiz gibi, istediğimiz yere kullanabiliyoruz?

Kaçı zaruret içinde sayılabilir aldıklarımızın?

Ne kadar mecburuz harcama yaptıklarımıza?

En son nerde, kime, niçin, nasıl verdik sadakamızı?

Gerçekten sadaka mıydı acaba?

Senin miydi verdiklerin?

Allah rızası için mi verdin, yoksa ne derler ya da desinler diye mi verdin?

Verdiklerin o kişinin mi oldu, yoksa gönlün kaldı mı verdiklerinde?

Çok söze ne gerek var.

 Bu satırların yazarı bir nebze tercüman olmak istiyor sadaka taşına. Onun adına, onun için söylüyor sözünü.

Tarihte bir abidedir, sadaka taşı

Dile gelip konuşamaz, yok ki bir başı

Sadaka, sadaka deyip avuç açıyor

Sen de bu taşa, bir sadaka taşı.

 Bir Soruya Bir Cevap

Sadaka vermek istiyorum diyor arkadaşım. Ne yapmalıyım, sadece para olarak mı vermem gerekiyor?Yok diyorum önce. Sadaka çeşit çeşittir. Asıl önemli olan bu ibadeti şartlarına uygun yapmaktır diye ekliyorum. Ve devam ediyorum. Sevmediğin şeyi vermek uygun ve doğru değildir bu birincisi. Bir de diyorum verdiğin şey, o kişinin ihtiyacını en iyi karşılayacak şeyden olmalıdır.

28.03.2008| Musa AYDOĞDU