Şehit Olmak

“Bu yazı kendini tarihe veren aziz şehitlerimize ithaf olunur.”

Bu satırların yazarı olarak canlarını seve seve feda eden aziz şehitlerimizi rahmetle anıyor, Yüce Allah’tan sonsuz rahmet diliyor, gazilerimize de sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir hayat diliyorum.

Daha altı yedi yaşlarındaydım. Rahmetli dedem anlatırdı babasının seferberlikten dönmediğini, onu hiç tanımadığını. O zaman anlayamazdım tabi ne olduğunu bu seferberlik denilen şeyin. Ortaokul yıllarında anladım ve kavradım gerçekten seferberliğin ne demek olduğunu. O zor şartları, o var olmak ve yok olmanın iç içe olduğu zamanları… Tabi dedemin anlatmak istedikleri de zihnimdeki yerini tam aldı. Dönmemişti babası demek ki o da şehadet şerbetini içmişti. O da bu vatan için canını seve seve vermiş, kanını bu toprağa akıtarak şehitlik makamına yükselmişti. Kim bilir buna benzer nice gerçek hayat hikâyeleri vardır şu diyarlarda?

Günlük konuşmalarımızda falan şehit oldu, şehadet şerbetini içti gibi söylemlerimiz vardır. Öncelikle kavramlar üzerinde durmak ve şehitlik ve gaziliğin inancımız ve kültürümüz açısından önemini açıklamak istiyorum.

Şüheda kelimesini sık sık duyarız İstiklal Marşımızı okurken. Şehit kelimesini çoğuludur. Bir de şahit kelimesi de vardır ki kök olarak hepsi şehadet mastarıyla Arapça’ya aittir. Peki, ne demektir şehit? Kendi geleneğimizde şehit (meşhud bilcenne), cennetlik olduğuna şahitlik edilen kişi anlamıyla kullanılmaktadır. Şahit kelimesi ise, bir gerçeği ispat etmek konusunda şahitliğine, yani bilgisine ve görüşüne dayanarak verdiği habere başvurulan ve verilecek hükme delil niteliğinde olan kimsedir.

Bu durumdan benim çıkardığım sonuç ise şahit olayın bizzat dışındadır. Ve doğrudan birinci derecede etkilenen değildir. Şehit ise gerçeğin ta içinde, bizzat yaşayan, hisseden, hatta birinci derecede etkilenen ve canını bile çekinmeden ortaya koyandır. İşte bu yüzden hayatta en değerli şeyi, canını ortaya koyabilen insan şehittir. Milli şairimiz şu dizelerle ne de güzel tasvir ediyor durumu.

Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı:

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!

Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

         Kur’an- ı Kerim’de şehitlikle iligili ayetlere bir göz atalım.

“Allah yolunda öldürülenlere “ölüler”” demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız” ( Bakara Suresi, 154)

“Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah’ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.”

( Al-i İmran Suresi, 157)

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Rableri yanında rızklara mazhar olmaktadırlar. Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.” (Al-i İmran Suresi, 169, 170)

Şehitlerle İlgili Bazı Hadîs-i Şerifler ise şu şekildedir:

“Malını müdafaada öldürülen şehittir, ırz ve nâmusunu müdafaa ederken öldürülen şehittir, nefsini müdafaada öldürülen şehittir…”

“Şehitleri kanları ile sarın. Zira Allah yolunda açılan bir yara kıyâmet günü mahşere geldikte, o yara, rengi kan rengi, kokusu misk kokusu olarak kanar…”

“Şehitler cennetin kapısında, nehrin parlak zinetinde, yeşil çadırdadır. Sabah akşam rızkları cennetten onlara gelir.”

“Ma’rûfu(iyiliği) emr ve münkeri(kötülük) nehiyden dolayı katledilen şehiddir.”

“Suda boğulan şehittir, ateşte yanarak ölen şehittir, gurbette garip ölen şehittir, zehirli hayvan sokmasından ölen şehittir, karın ağrısından ölenler şehittir, bina yıkılıp altında kalarak ölen şehittir, evinin üstünden (damdan) düşerek boynu kırılıp ölen şehittir, üzerine büyük taş düşüp ölen şehittir…”

“Din kardeşini müdafaada katlolunan şehittir, mâsum olan komşusunu savunurken öldürülen de şehittir…”

“Şehidin borçtan başka bütün günahları mağfiret olunur.” (Müslim) Bazı âlimler denizde şehit olmanın, kul borcuna dahi keffaret olacağını ileri sürmüşlerdir. “Şehit, ehl-i beytinden (aile ve akrabasından) 70 kişiye şefaat eder, şefaati kabul edilir.” (Ebû Dâvud, Tirmizî).

Evet, dünyadan belki canını ortaya koyarak ayrılıyor şehitlerimiz. Ancak Yüce Allah’ın onları mükâfatlandırdığını ve onların aslında ölmediklerini, ölüme nasıl da meydan okuyabildiklerini, bunun ne kadar da önemli bir şey olduğunu vurguluyor.

Bu nedenle şehitlik dinimize göre ölümlerin en yücesidir. İslâm’da en büyük mertebedir. Âhirette en büyük rütbenin Peygamberlikten sonra şehitlik olduğu belirtilmiştir Şehitlerin Allah katında kadir ve kıymetleri pek yücedir..

Bu üstünlüğe sahip olmak isteyen nice insan ‘Ölürsek şehit, kalırsak gazi oluruz’ düşüncesiyle hiç tereddütsüz, korkmadan canlarını din, vatan, bayrak, namus, hak ve adalet gibi değerler için ortaya koyabilmişlerdir.

Ne mutlu onlara ki mutlu sona ulaşmışlardır. Son sözü biz yine milli şaire bırakalım.

“Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,

Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.”

Sizce hangisi?

Geçen hafta milli marşımız “İstiklal Marşı”nın kabul edilişiyle ilgili okulumuzda tören düzenlenmişti. Öğrenciler milli marşın kabul sürecinde yazılmış şiirleri seslendiriyordu. Sıra İstiklal Marşı’na gelmişti. Öğrencimiz oldukça güzel bir okuyuşla şiiri okumaya devam ederken bir öğrencimizin sırada arkadaşıyla  “ne kadar çok yabancı kelime var, anlamıyorum” deyişine şahit oldum. Üzüldüm. Gerçekten daha yazılalı üzerinden bir asırlık zaman bile geçmemişti bu yazılanların… Anlama dil ile başlayan bir şeydir. Dili anlamıyorsak geçmişi nasıl anlayacağız? O zaman soruyorum. Yabancı olan kelimeler mi yoksa biz miyiz? Sizce hangisi?

12 Mart-2008 | Musa AYDOĞDU