Ansızın Gelir

 Bu yazı daha çok duygulara hitap eder. Bu yazıyı kaleme alırken aldığım bir haber beni duygulandırdı.

    Bazen aldığımız bir haber biz çok çok etkiler. Hele bir de bu haber ölüm haberiyse…

    Ne zaman bir ölüm haberi alsam irkilirim, ürperirim, sarsılırım. Nedendir onu da bilmiyorum. Kuşkusuz ölümden korkma da değildir bunun sebebi. Ama sanki sevgili peygamberimizin,”Lezzetleri kesip acıllaştıran ölümü çokça hatırlayın” sözü bunu açıklar. Evet o kadar acıdır ki ölüm yakınların yüreği yanar, o kadar acıklıdır ki ansızın gelir de insanları şaşkına çevirir.

    Ürperirsin, yıkılırsın, kahrolursun, korkarsın, kendini güçsüz hissedersin, bitmiş bir haldesindir. Daha az önce, sabah, akşam, dün, geçenlerde, bayramda, düğünde, başka bir cenazede vb onunla birliktesindir. Evde, işte, caddede, arabada vs birlikte oturup sohbet ettiğin, belki gezip dolaştığın, yemek yediğin, oyun oynadığın, bazen kızdığın, bazen kırıldığın insan (annen, baban, eşin, çocuğun, kardeşin, arkadaşın, dostların vb) yoktur artık. Sanki zaman onun ölümüyle donmuştur.Yaşananların tekrarını, benzerini yaşamak mümkün değildir. Geçmişte olanlar orda kalmıştır. Geleceğin nasıl şekillneceği de belli değildir.

    Kişiye yaratıcının bahşetmiş olduğu sayılı nefes bitmiştir. “Canı veren de alan da Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görür” (Al-i  İmran Sursi, 156). “Hiçbir kimse yok ki, ölümü Allah’ın iznine bağlı olmasın. (Ölüm ), belli bir süreye göre yazılmıştır(Al-i  İmran Sursi,145). Canlılık özelliği de görülemez artık. Kaskatıdır kişi. Yanında, yakınında olsak da o kadar uzaklık vardır ki aramızda iletişim kurmak artık mümkün değildir. Ağıtlarımız gökleri titretse de,  göz yaşlarımız göklerdekini yere indirse de çare yoktur artık. Belki söyleyeceklerimiz vardı ona, belki de daha anlatmayı düşündüklerimiz… Keşke deriz keşke. Niye öyle davranmıştım ki ona. Kalbini çok kırmıştım. Keşke kırmasaydım. Keşke yaşasaydı da hatalarımı telafi edebilseydim, kendimi affettirebilseydim…Keşke keşke diyecek durumlara düşmesek. Artık öleni yaşatmak mümkün de değildir. Yaşayanları yaşatmak ise en büyük görevimizdir.

    Bazen bir kaza haberidir bizi yıkan, yüreğimiz yakan. Bazen de bir yangındır. Belki de bir boğulma haberidir gelen. Ya da azgınlaşan katilin elinden gelmiştir son nefes. Artık yapacak bir şey yoktur, giden gitmiştir. Yıkılmışızdır. Hayatın tadı da kalmamıştır. Niye yaşarız diye sorarız içten içe kendimize. Hayat buysa, böyleyse, bu kadarsa… Kelimeler düğümlenir boğazımızda. Ne kadar olumsuza çeken cümle varsa en yakınımızdır artık.

    Ansızın gelmiştir kara haber. Nefes bitmiştir. Ne ertelenebilirdi, ne öne alınabilirdi zaman. Nerde olduğun da önemli değildir o sırada. Asıl önemli olan nasıl gittiğimizdir. İşte bu yüzden ben hayatı hep bir karelik fotoğrafa benzetirim. Sadece bir kare. Geçmişte çekilmiş o eski fotoğraflara baktığımda hep ölüm canlanır zihnimde. O an pişmanlıklar, mutluluklar, yapılamayanlar, yapılmaması gerekenler, hiçbir şeye değişilemeyen anlar ve daha çokça şey hatırlarım. Şüphesiz bu sırada duyguların tesirinden uzak kalmak da mümkün değildir.

    İşte ölen bir insan da geride bir kare bırakarak gitmiştir aramızdan. Bu fotoğrafa bakıp söylenecek çok söz vardır. Bir karelik hayat için şahitlik sayılabilcek cümle ise çok azdır ve Allah katında geçerli olan da bu şahitliktir. Bakalım bir fotograf , bir hayat için kurulan kısa cümlelere.

    — Bu çok iyi bir fotoğraf, mükemmel, bunun gibisini görmedim. Baksana şu kareye, tekrar çekmek mümkün değil.

    — Çok iyi bir insandı. Allah gani gani rahmet etsin. Mekanı cennet olsun. Yerini kimse dolduramaz.

    — Hiçbir anlamı yok bunun. Ne biçim fotoğraf? Kime ne faydası olur ki. Yırt, at, sil çöpe gitsin.

    — İnsanlık kurtuldu böylesinden. Kimseye faydası olmadığı gibi zararı da eksik olmuyordu.

    Ölenin arkasından konuşulmaz denilcek -ki iyilikleri konuşulmalı- ama vicdanları susturmak mümkün değil ki. Bence ne cenaze namazında zoraki “merhumu nasıl bilirdiniz, iyi bilirdik, iyiliğine şahitlik ederiz” cümleleri, ne de yakınları kırılmasınlar diye söylenen sözler şahitlik için geçerli değil. Asıl yüreğimizden gelen ses şahitlik yapıyor ona bakalım. Daha doğrusu başkalarının vicdanında nasıl yer almışız o önemli. Bu gün konuşan canlı sen, ben, biz; yarın arkasından konuşulan olacağız. Neye göre? Yaşadığımız hayat göre. Geride bıraktığımız ve donup kalan ve zihinlerde hep öyle canlanan tek karelik hayatımıza göre.

    Sonuç olarak ne olursa olsun. Her yaşayan ölüyor. “Her canlı ölümü tadacaktır…”(Al-i  İmran Sursi,185). Lezzetleri kesip acılaştıran ve ansızın gelen ölüm bu acıyı herkese mutlaka tattırıyor. Bundan kaçmak mümkün değil. Her canlı için başlangıcı olan bir hayat son buluyor. Buna biz karar veremiyoruz. Kendi isteğimizle gelmediğimiz şu dünyadan göçerken de kendi tasarrufumuz olmuyor. Elimizde olan ise şekillendirebileceğimiz bir hayatımız var. Ondan sorumluyuz. Onu güzelliklerle doldurmaktan sorumluyuz. Giderken geriye güzel bir fotoğraf bırakmaktan sorumluyuz.

    Ne diyelim hayatımız güzel olursa, geriye güzel kareler kalacaktır.

    Sevdiklerinize güzel fotoğraflar bırakın.

08.08.2008 | Musa AYDOĞDU