Üslub-u Beyan Aynıyla İnsan

Ünlü filozof Aristo “insanı konuşan bir canlı” olarak tanımlar. Onun bu ifadesi insanı bir yönüyle tanımlamanın güzel bir örneğini oluşturmaktadır. Biz de bu yazımız boyunca insan ve konuşması/konuşmaması/konuşamamasını irdelemeye çalışacağız

İnsan eğitiminin temeli ta buradan; kavram bilgisi, dil öğretimi yani konuşma eğitiminden başlamıyor mu? Elbette öyle. Daha doğup dünyaya gelen bebeğe hemen bir isim koymak ve o ismiyle sevmek, seslenmek de bir tür konuşma değil mi?

İşte her şey bu noktada başlıyor. Nasıl konuşma, nasıl konuşmama. Ve insanı yaratan Yüce Allah’ın insandan beklediği veya insana öğütlediği konuşma tarzı nasıldır? Her yönüyle örnek insan sevgili peygamberimiz bunu nasıl ortaya koymuştur? Ve bizler acaba konuşan bir canlı olarak nasıl konuşuyoruz, değerlendirmeye çalışalım.

Bir kabın içinde ne varsa dışarı da o taşar diye bir söz vardır. “Üslub-u beyan aynıyla insan” sözüne bu noktada vurgu yapmakta da yarar var. Çünkü konuşan bir canlı insan elbette konuşma tarzıyla kişiliğini ortaya koymaktadır. İnsanlarla öncelikli olarak tanışmamız ve buna bağlı olarak varacağımız kanaatler de konuşmalarımıza bağlı değil mi? ”… And olsun ki sen onları konuşma tarzlarından tanırsın…”(Muhammed Suresi,30)

 Adab-ı muaşeret (görgü kuralları) kitaplarında insanların nerede ve nasıl davranıp nasıl konuşmaları gerektiği uzun uzadıya anlatılmaktadır. Etkili ve güzel konuşma teknikleri üzerinde çok sayıda araştırma yapılıp eserler de ortaya konulmuştur/konulmaktadır. Burada zaten bunlar üzerinde durmayı düşünmüyoruz. Şöyle bir bakalım nasıl konuşuyoruz diye.

O daha bebek, küçücük bir çocuk bir şey anlamaz diyerek veya zaten o duymaz yaşlı/işitme özürlü diyerek ve onları yok sayarak mı konuşmak. Ya da bir mecliste iki kişi diğerlerinden bir şey gizlercesine mi konuşmak? “Yoksa onlar, bizim kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar?”(Zuhruf Suresi, 80).” Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki O, kalplerin içindekini bilmektedir.(Mülk Suresi,13) Ya da peygamberimizin tavsiyesinden haberimiz yok mu? ” Üç kişi bir arada bulunurlarken bunlardan ikisi -üçüncüyü incitmemek için- ondan ayrı gizli konuşmasın! (Üçüncü kişi izin vermişse başka) . Haberimiz var da uygulayamıyor muyuz, yoksa işimize mi gelmiyor. Bizi buna dürtükleyen o içimizdeki duygu ne?

 Konuşma özgürlüğüne inanan ve âlemde tek insanmış gibi davrananlara ne demeli? Toplu yaşanan/paylaşılan alanlarda –ki bunu belirtmeye gerek yok- konuşmak için konuşan ve aldırışsızca sürdürülen ve içeriği söz olmaktan çıkan konuşmalara nasıl bakacağız. Artık konuşanlardan ziyade işitenlerin utanmaya başladığı bir zamandayız.

Kıskançlık ateşinin içimizi yakıp iyiliklerimizi erittiği, dilimizi kelepçelediği bir alanda iftiralara varan konuşmalar nasıl dizginlenecek.” Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsn-ü zanda (iyi düşünme) bulunup da: ‘Bu, apaçık bir iftiradır’ demeleri gerekmez miydi? Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Hâlbuki bu, Allah katında çok büyük bir suçtur.”(Nur Suresi,12,15)

Eleştiri adı altında ama kesinlikle eleştiri sınırlarını zorlayıp aşan konuşmalarda alay ve hakaretlere tanık olur olduk. Fakat daha vahimi bunları da kanıksamış hale geliyor olmamızdır.

Yalan ve hileye dayalı, ruhundaki bencilce gürültüye kulak verip onu kılavuz edinen ve arzularının zincirine bağlılar da bakışımızı yönelteceğimiz bir başka kişiler.” Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler” (Maide Suresi,42). “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.”(En’am Suresi, 116).

Bizim için hep bir çekim merkezi olan başkalarının özel hayatları veya açıklanmaması gereken kusurları da ayrı bir konuşma alanı zaten. Dinimizin ölmüş insan eti yemekle aynı ölçüde tiksindirici olarak değerlendirdiği gıybet/dedikodu da kadın erkek fark etmeden herkesin ilgi alanı olup kalıyor. Tevrat’ta “Dedikodu tatlı lokma gibidir, insanın ta içine işler. Dedikoducu sır saklayamaz, can dostları ayırır. Odun bitince ateş söner, dedikoducu yok olunca kavga diner” denilerek de insana tatlı gelen bu konuşmaların acı sonuçlarına değinilir.

 “Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez” sözünün gerçekliğini de yaşayarak görmüyor muyuz? Atılan ok gibi, ağızdan çıkan sözü geri döndürmenin mümkün olmadığını bilmek ise konuşan canlıya/insana verilmiş bir başka güzel öğüt değil de nedir?

 İşin özü gerçekten insanı değerli kılan özellikleridir ve onun kalitesini göstermesi bakımından konuşma şekli/tarzı/özelliği de önemlidir. Anne-babalar ve eğitimciler geçmişten günümüze insanoğlunu eğitmekle uğraşır oldular. Son yüzyılda bu sorumluluk aile ve okul dışına da taşarak basın-yayın organlarını; günümüzde diğer iletişim araçlarını da içine alacak şekilde genişledi. Bütün bunlar olumlu ve olumsuz yönüyle insanları/insanlarımızı etkiledi. Konuştuğumuz şeyler, kullandığımız dil, konuşma özelliklerimiz yeniden şekillendi. Tüm bunlar kişilik yapımızı ortaya koyması bakımından veriler ortaya koymaktadır.

Biliyor musunuz?

Yazımın başında Aristo’nun “İnsan konuşan bir canlıdır” sözüne yer verdim. Bu sözü birçok yazar “İnsan konuşan bir hayvandır” şeklinde bize aktarmaktadır. Ülkemizde dil devriminin yapıldığı dönemde Arapçadan/Osmanlıcadan çevirilen birçok eserde çeviri hatalarını görmek mümkündür. Arapça felsefi eserlerden Türkçeye çevirilerde yapılan basit hata ise şu şekilde olmuş ve yaygınlaşmıştır. Çeviriye esas olan cümlenin aslı şu şekildedir:” El-insan-ü hayavan-ı natıkun” Arapça hayvan/hayavan kelimesi can taşıyan, canlı anlamına gelmektedir. Bu nedenle cümleyi “İnsan konuşan bir hayvandır” şeklinde çevirmek ve anlamak yanlış olacaktır.

Bu yazıya bir cuma günü camide cuma hutbesi okunduğu sırada konuşan bir insan sebep olmuştur. Bir ibadet yerinde olduğunu unutup yanındakiyle adeta bir salondaymış gibi davranan ve hatiple ses çıkarma yarışına girer gibi konuşan- ki çok rahatsızlık duydum- bu kişinin/bazen bizim ve arkadaşlarımızın unuttuğu iki şeyi hatırlatmak isterim. cumanın farzı ikidir. Orada sesi çıkması gereken hatiptir. Ve cuma hutbesini dinlemek cuma namazı gibi farzdır. Cemaate düşen konuşmamak, konuşmaya sebep olmamak ve konuşturmamaktır. Huzurun arandığı bir yerde huzur dolu günler diliyorum

                                                                                                                           08.07.2008 | Musa AYDOĞDU